Hasan Cüneyt’i, “On Otuz” ve “Sözcükten Resimler” adlı romanlarından tanıyoruz. Her ikisi de iç içe geçmiş öykülerden oluşan kurgularıyla roman ve öykü türlerinin arasında bir yerde duruyordu. “Balkondaki Adam“, bu açıdan yerini bulmuş. Şiirin imgeselliğiyle romanın ritmini birleştiren, özlü ve derinlikli anlatımıyla öne çıkan ve bence diğer düzyazı türlerine göre daha fazla sanat işçiliği gerektiren öykünün hakkını vermiş. Hemen her öyküde bu türün gizeminin çözüldüğü izlenimi uyandırıyor. Fakat kimi yerlerde ayrıntı fazlalığının ve diyaloglardaki uzunluğun sarkmalar yarattığını fark ettim. Türkçe olmadığını düşündüğüm bazı kelimelerin, dil ve anlatımı kötüleştirdiğini, bunu kusur olarak saydığımı belirtmeliyim. Bununla birlikte, Nazım’ın dizelerinden öyküleştirilen Bir Aletle Bir Kitabın Hikayesi adlı özgün çalışmada ve diğer bazı öykülerde şiirsel akıcılık yakalanmış.
Kitaba adını veren Balkondaki Adam, kendi yarattığı kurgunun-kurmacanın içinden çıkamayan birini anlatmakla sıra dışılık taşıyor ama benim daha çok sevdiğim öyküler var kitapta.
Beklentiler, Seçil’in mutsuzluğunu, sevgiye olan açlığını iyi işlemiş. Ayrıksı, sıra dışı bir kişilik oluşturmuş. Çoğu öyküde mutsuz, orta sınıftan kadınlar var. Bunlar Senfoni’deki ve Mektup’taki gibi derinlikli ve çok başarılı kurgularla işlenmiş. Kırık Kalpler Tamirhanesi beklentileri karşılanmayan, hayattan istediklerini alamayan insanlardan birini anlattığı için diğer öykü karakterleriyle ortaklaşıyor. Bu bakımdan kitaba adını verebilirdi. Yargı, işlediği konu bakımından diğer öykülere göre farklılık gösteriyor. Daha güncel ve siyasal bir içeriğe sahip. Güzel bir parodi olmuş. Kara Toprak’ı özellikle sevdim. Yalnızlık ve yabancılaşma satırların her noktasına sinmiş. Kışkırtmak, karakteri yeterince işlemiş ama kurguda yetersizlik var gibi. Bitmemiş hissi veriyor. Midem’deki (adı Bulantı da olabilirdi) kişi biraz daha derinlikli anlatılabilirdi. Hepimizin hayatında böyle birileri var. Okuyucunun aklında daha net canlanabilirdi. Köprü, kısa ama kurgu ve diyaloglar olarak çok başarılı bulduğum, bir solukta okunan ustalıkla yazılmış bir öykü. Kucak, özellikle bebekle ilgili gereksiz bulduğum ayrıntıları taşıyor olmasıyla, yaratılan öykü havasını kısmen bozmuş. İçinden neredeyse iki öykü çıkarılabilecek hale gelmiş. Masumiyet’te “Yer altına dönmek istemiyordu.” sözüyle anlatılmak istenenin üzerinde daha fazla durulabilirdi. Öykü kişisinin tam olarak somutlaşmadığı söylenebilir. Bilinçli olarak bu yol tutulmuş da olabilir. Platon-ik ve Anlaşılmayan yoğunluğu olan anlatımlar ve iyi bir öykü dili var. Bazen şairler araya giriyor ve öyküye şiirsellik katıyor. Benim Efe Kadınlarım’da ayrıntı zenginliği ve iyi bir kurgu hemen göze çarpıyor.
Hasan Cüneyt, genel olarak seçtiği temalarda egemen olan yalnızlık, mutsuzluk, sevgiye doymamışlık gibi duygu hallerini başarıyla anlatmış olsa da, hiç olmazsa iki-üç öyküsünde yaşama sevinci, çocukluk halleri, aile mutluluğu, dostluk, arkadaşlık, dayanışma gibi iyimserliği, sevinçleri, keyifleri anlatan öyküler yazabilirdi. Peter Usnitov’un dediği gibi “Karamsarlık romantik bir tutkudur, iyimserlik bir görevdir.” Hasan Cüneyt, bunu başarabilecek bir düzeyde olduğunu kanıtlamış bir yazar. Bir başka kitabında mutlu, umutlu, neşeli insanları da görmeyi umut ediyorum.
Umut insanda…