Hemen sormak istiyorum, neden On Otuz?
Romanda on beşin üstünde karakter var ve bunların hayatı bir şekilde, 10.30’da, Taksim Meydanı’nda kesişiyor. Biliyorsunuz, iki yıl önce Taksim Meydanı’nda bir intihar saldırısı gerçekleşmişti.
Evet, neden böyle bir terör eylemini seçtiniz?
Okur, romandaki karakterleri izlerken bu ülkenin sosyolojik sorunlarıyla karşılaşıyor. Terör de bu ülkenin sosyolojik bir sorunu. Bu sorunların bir parçası, bazılarının da nedeni. Ve bütün karakterleri bir araya getirebilecek bir özelliğe sahip.
Kitabınız ilk bakışta bir terör romanı gibi duruyor ama gerçekte öyle değil. Taksim’deki terör eylemi sadece bir başlangıç. Roman bizi bambaşka yerlere götürüp Taksim’e, kaldığımız yere, patlama anına geri getiriyor. Bunlar iç içe geçmiş öyküler. Neden roman demeyi tercih ettiniz?
Roman tekniği oldukça gelişti. Fakat okuma alışkanlığımız değişmedi. Bu yüzden kimi okuyucu klasik roman teknikleri dışında bir çalışmayı romandan saymıyor. Ben bu romanda modern anlatım teknikleri kullandım. Baştan sona bir kişinin hayatını anlatan giriş-gelişme-sonuç çizgili romanlar yazmak yerine yeni şeyler denemeyi tercih ettim. Deneysel bir çalışma oldu. Ama öyle olsun diye yapmadım bunu. Çünkü içerik kendi biçimini belirliyor. Karakterler fazla, mekan çok, zaman çeşitliyse modern teknikler roman için daha uygun olabiliyor. Bu romanda öyle oldu. Ama bazen elinize öyle bir malzeme geçer ki onu ancak klasik tarzda yazarsanız güzel olur. O da mümkün. Bence sanatçı kendini eskiye ya da yeniye zorlamamalı. Uyumu yakalamak için kendini özgür hissetmeli ve gerektiğinde çizginin dışına çıkabilmeli. Sanatçının zanaatçıdan farkı oradadır. Okur da bunun ayrımına varabilmeli.
Sizce bu kitap siyasal bir roman mı?
Hayır, ben siyaset bilimci değilim, politikacı da değilim. Edebiyat bu konuya temkinli yaklaşmalı. Ben kendime dert ettiğim şeyi yazıyorum. Bunu söylerken etrafımda olup biteni umursamıyorum, gibi anlaşılmasın. Ben de herkes gibi bu toplumun içinde yaşıyorum ve ister istemez yazdıklarımda toplumsal sorunlar yer alıyor.
10:30’daki her hikaye terörle başlayıp terörle bitiyor. Burada okuyucuya iletmek istediğiniz bir şey yok mu?
Çok şey var. Hepsi kitapta. Fakat bence edebiyat doğrudan mesaj verme kaygısından uzak durmalı. Onun yeri ayrıdır. Makale okumak başka bir şeydir, roman okumak başka. Siyaset başka bir şeydir, edebiyat başka. Biri anlatır diğeri sahneler. Önemli bir fark bu.
Peki bu sahne eğitici olamaz mı?
Elbette olabilir. Mesaj metinde erir, metnin kendisi mesaja dönüşür. Orada sorun olmaz. Demek istediğim, bir şeyi insanın gözüne sokarak edebiyat yapamazsınız. Eğitim bir yaşantıdır. Edebiyat, eğitici olmak istiyorsa bu yaşantıyı sahnelemeli. Benim yapmaya çalıştığım şey bu.
Kitabın arkasında “Yaşanmış olaylardan kurgulanmıştır.” diye bir not var. Yazdıklarınızın ne kadarı doğrudan sizin hayatınızı kapsıyor?
Çok azı. Bir cinayeti sahnelemek için illa ki adam öldürmek gerekmez. Yazarlıkta yetenek diye bir şey varsa, bunun çok önemli bir kısmı empati kurma yeteneğidir, diye düşünüyorum. Zaten yazar, otobiyografik bir roman yazsa bile zamanda ve mekanda oynama yapmak zorunda. Bir insanın hayatını dakika dakika, karış karış anlatamazsınız. Ciltler yetmez. Yetse bile çok sıkıcı olur. İşte burada kurmaca başlıyor. Tabi yazdıklarınıza yaşadıklarınızdan bir şeyler mutlaka sızar. Bundan kaçamazsınız. Patlama sırasında ben de alandaydım örneğin.
Kitapta yoğun bir emek hemen göze çarpıyor. Ne kadar sürede bu romanı tamamladınız?
Başlayıp bitirmem üç yıl; ama on sekiz yıldır edebiyatla uğraşıyorum. O süreç olmasaydı bu roman üç yılda bitmezdi.
(2012) Beşparmak 172 / Talat Avcı