SÖZCÜKTEN RESİMLER: HAYATIN TEKDÜZELİĞİNE MEYDAN OKUMAK, İSMAİL BİÇER

    Hasan Cüneyt Bozkurt 1982 Aydın/Söke doğumlu genç yazarlarımızdan. Edebiyat dünyasına öykü ile giriyor ve çeşitli ödüllere değer bulunuyor. İlk romanı “On Otuz”un okurlarla buluşma tarihi; 2012. “Beşparmak” edebiyat dergisinin yayın kurulu üyeliğini sürdürüyor.
    Hasan Cüneyt Bozkurt’un ikinci romanı “Sözcükten Resimler”, akıcı bir dil, sağlam ve dikkat çekici bir kurgu, özenli cümle kuruluşlarına sahip. Yazarın roman boyunca nesnelerdeki detaylara yönelişi, görselliği yaratmasındaki becerisi dikkat çekiyor. “Sözcükten Resimler”, sadece barındırdığı kahramanların ruh hallerine değil, okuru bir kentin karmaşasına gerçekçi ve detaylı bir yolculuğa çıkarmayı da başarıyor.
    Hayatın tekdüzeliğine meydan okuyanların yaşamla hesaplaşmasını ana tema olarak alan roman, bir yayınevi editörüne gelen ilginç bir mektupla başlıyor.
    “Sayın editör,
    Uzun yıllar klinik psikolog olarak çalıştım. İnsanların hikâyelerini dinledim, sorunlarını anlamak için çaba gösterdim. Elbette bunu yapan sadece ben değilim. Edebiyatçılar iki yüz yıldır bu işle uğraşıyorlar. Bu yüzden özellikle romanla yakından ilgileniyorum. Ama yazar olduğumu düşünmeyin. Sadece iyi bir okuyucuyum.
    Size gönderdiğim bu dosya posta yoluyla elime ulaştı. Zarfın içinde bir de mektup vardı. Açıp okudum. Daha önce kendisiyle terapi seansları yaptığımız bir hanımefendi, bu romanın arkadaşına ait olduğunu yazmış. Görüşmelerimize faydası olacağını düşünüyormuş. Meraklandım, hemen okudum ve bitirdiğimde kaygılandım. Ama size içerikle ilgili bilgi vermeyeceğim. Kendi gözlerinizle görmenizi istiyorum.(…)”
    Romanın ana karakterleri arasında; emekli felsefe profesörü Fikri Bey (Fikri Demir), eşi Sevim Hanım ve güzel sanatlarda okuyan ressam Kadir, Kenan ve Zeynep bulunuyor. İçimizden birileri olan bu karakterlerin iç dünyaları, son derece çarpıcı bir şekilde işleniyor.
    Kadir, güzel sanatlarda okuyan felsefe tutkunu bir ressam. Roman boyunca, Fikri Bey’le aralarındaki diyalog bu ortak alan üzerinden yürüyor. Hatta “Yüz Soruda Estetik” adını taşıyan kitap çalışmasını birlikte yapmaya başlıyorlar. Ancak altını önemle çizmek gerekir; profesör Fikri Bey, felsefeci de olsa edebiyat tarafından baştan çıkarılmış. Onun edebiyatla olan tutkulu ilişkisi, uyku ile uyanıklık arasında gidip gelen bir yolculuğa dönüşmüş durumda.    
    “(…) Gençliğimden beri edebiyatla aramda güçlü bir bağ vardır. Yüksek lisans öğrencisiyken bu bağı koparmadan para kazanmak için sahilde kitap satardım. Çok güzel günlerdi. Eşimle tanışmam, pedagojik bir kitap hazırlama fikrinin aklıma düşmesi, heyecanla takip ettiğim önemli bir edebiyat dergisinden editörlük teklifi almam, hepsi o günlere denk gelir. (…)”
    “Sözcükten Resimler”, ana karakterin birbirlerini (karşılıklı) anlatmalarıyla da dikkat çekiyor. Fikri Bey’in Kadir’i, Kadir’in Fikri Bey’i anlatmaları roman boyunca devam ediyor. Bu karşılıklı anlatımlar, karakterlerin kişilik yapılarını daha yakından görmemizi/algılamamızı sağlıyor. Okuru insan zihninin içinde bir yolculuğa başarılı bir şekilde çıkaran roman, insanın sınırlarında adeta dolaşım yaratıyor.
    “(…) Başka şeyler düşünmek istiyorum. Beklerken kaygılanıyoruz, harcarken kaygılanıyoruz, küçücük bir seste bile kaygılanıyoruz. Acaba bu kadar kötü bir şey mi kaygılı olmak? Hemen itiraz edeceksin: Bunaltıya ulaşan yoğun kaygı durumları ruhsal hastalıklara yol açıyor. Yok olmanın kavranamayan belirsizliği ölüm korkusuyla nice ruhları sakatlıyor. Doğrudur baba, bunlara bir diyeceğim yok. Peki, belirsizliğin tamamen ortadan kalktığı bir hayat nasıl olurdu hiç düşündün mü? Böyle bir yaşamda düşünmeye gerek kalır mıydı? Düşünmek soru sormaktır. Sağlama yapmak kadar sorgulama yapmaktır. Sorgulama yaparken doğruya, sağlama yaparken gerçeğe ulaşmaktır. Eğer her şey belliyse soru sormaya gerek kalır mı? Ne yapmam gerektiği belliyse uygularım olur biter. Tam da kaygısız insana göre bir iş. (…)”
    “Sözcükten Resimler”, İstanbul’da geçiyor. Romanın kahramanları, İstanbul’un belirli mekanlarıyla ön plana çıkıyor. Romanın kahramanlarının iç dünyaları kadar, soluk aldıkları/sürekli kullandıkları bu mekanlar çok çarpıcı betimlemelerle karşımıza çıkıyor.
    “(…)Tramvay ağzı burnu camlara yapışmış insanlarla doluydu. Gülhane Parkı’nın surlarına çakılı tellere anteniyle sürtünüyor, yoğun trafikte peşine takılan turist otobüslerine, taksilere yol açıyordu. Rayları aşındıran, kaldırımı titreten demir tekerleklerin gıcırtısı bittiğinde Fikri Bey Gülhane Parkı’nın beyaz taşlı, kemerli giriş kapısının önündeydi.
    Yürüdü.
    Taş dişli surların içinde kocaman bir bahçeydi burası. Hatta büyülü bir orman, bir pagan tapınağıydı.(…)”
    Romandaki bu türden güçlü ve şiirsel betimlemelere bir örnek daha vermeden geçemeyelim.
    “Rıhtıma zincirlenmiş kamyon lastikleri yosun tutmuştu. Burnuna lastik parçaları bağlanmış küçük bir balıkçı teknesi avdan dönüyordu. Motoru durdurup süzüldü, hafifçe rıhtımdaki lastiklere çarptı, tekerlekler gıcırdadı. (…) Gri kanatlı, ak göğüslü, çengel gagalı martılar üşüşmüştü teknenin başına. Kokmuş, yumuşamış, gözleri sönmüş, solungaçları kahverengi olmuş balıkları havada kapıyor, iki hamlede kursaklarına indiriyorlardı. Karnı doyan martılar rıhtımın yosunlu basamaklarında dolaşıyordu. Dalgaların yıkadığı çimen yeşili bir halıda perdeli ayaklarına deniz vuruyordu, parmaklarının arasında tülden bir et vardı. Onlar kaptanın çocuklarıydılar. (…)”
    Romanın final sayfaları, son derece ilginç bir üslup ve anlatıma sahip. Ancak eserden daha fazla alıntılar sıralayarak tadını kaçırmak istemiyorum.
    Sonuç olarak: “Sözcükten Resimler”, bir roman içi roman… Şişirilen vitrin yazarlarının (sözüm ona çok satanların) bayat, içeriksiz romanlarından bıktıysanız durmayın. Genç ve güçlü bir kalemin yarattığı “Sözcükten Resimler”, sizleri bekliyor. Hele de hayatın tekdüzeliğine sizler de meydan okumak istiyorsanız.